Liyakat Yerlerde Sürünüyor, O da Torpille Gelmiş
23 Haziran 2025, Pazartesi 13:52Eskiden yöneticiler "kim bu adam?" diye tartışılırdı; artık "bu adamı kim getirdi?" diye soruluyor.
Evet sevgili okurlar, yine geldik çetrefilli ama bir o kadar tanıdık bir meselemizin tam ortasına.
Liyakat!
Nam-ı diğer “hakkıyla işin başına gelmek”, artık kelime anlamı dışında bir işe yaramıyor.
Sözlükte var ama hayatın içinde pek görünmüyor.
Hani bir zamanlar gittiğiniz köyde “yağmur duası” yapılırdı ya, işte liyakat de şimdilerde "adalet duası" ile birlikte anılıyor.
Sözleşmeli yöneticilik mi?
O zaten iyice “kader kısmet işleri” bölümüne kaymış durumda.
Bakın sevgili okurlar, kamu kurumlarında öyle bir yönetici profili oluştu ki...
CV'si yok ama CV'yi okuyacak yeteneği var!
Kurumu tanımıyor ama kuruma vizyon(!) getirecek.
Çalışanlarla arasında uçurum var ama “iletişimi kuvvetli” diye geçiyor sicilinde.
Evet, esnek sistem dedik, ama lastik gibi esnettiler sistemi, kopmasına ramak kaldı.
Eskiden yöneticiler, kurumun mutfağından gelir, çıraklık yapar, kalfalığı görür, ustalığa soyunurdu. Şimdi ise, “ben bu kurumu Google’dan araştırdım” diyenler genel müdürlük koltuğuna oturuyor. Sadece yöneticiliğe değil, kurumun tarihçesine bile yabancı. Çalışanların adını bile bilmez ama yılda üç kere “motivasyon toplantısı” yapar, o da PowerPoint eşliğinde tabii…
Bugün geldiğimiz noktada yöneticilik, bilgi, deneyim ve başarıya göre değil; “kimin yakınısın sen?” sorusuna verilen cevaba göre şekilleniyor. E hal böyle olunca çalışanların morali düşüyor, iş barışı bozuluyor, üstüne bir de “kurum kültürü” diye bir şey kalmıyor. Zira kültür, emek ister; torpil ise sadece tanıdık numarası.
Esneklik dediler, oldu sana “oldu-bitti.” Liyakat dediler, baktık torpilin İtalyanca karşılığı olmuş. Bugün kamu kurumlarında “başarı öyküsü” diye anlatılanlar, çoğu zaman “o müdürün kiminle akraba olduğu”yla başlıyor. İşe alınan kişi değil, onu oraya getiren WhatsApp mesajı önem taşıyor.
Sayıştay raporlarında torpil iddiaları varmış…
Şaşırdık mı?
Elbette hayır.
Kuruma dışarıdan atanan, iç yapıyı tanımayan, kendi özel sekreterini bile önceki işinden getiren yöneticilerin olduğu bir yerde, elbette istifa oranları artar. İnsan kendi yöneticisine güvenmeyince, sabah işe geliş motivasyonunu kahve değil, sadece mecburiyet sağlar.
Kaldı ki yönetici dediğin, sadece “koltuğun sahibi” değil; aynı zamanda “insanların güvenini yöneten” kişidir. İnsanlar adaletli bir yöneticiyi affeder, hatta sevmezse bile saygı duyar. Ama torpille geleni ne sevip ne de saymak gelir içlerinden.
Liyakatin tanımını yeniden yapmaya gerek yok. Zaten herkes biliyor da, işine gelmiyor. Sözleşmeli yöneticilik sistemine bir kalite kontrol filtresi getirin. Siyasi değil, mesleki referanslar alın. Kurum içinde yetişmiş, o alanda emek vermiş kişilere öncelik tanıyın. Çünkü ahşap ustası arıyorsanız, mobilya kataloglarına değil, marangoz atölyesine bakmanız gerekir. Gerçek liyakat, koltuğa oturmak değil, oturduğun koltuğu hak etmekle ilgilidir. O koltuk, ahşaptan değilse bile, itibardan yapılmıştır.
Liyakat bir süs değil, kamu yönetiminin ana taşıdır. Ama biz onu aksesuar sanıp dolaba kaldırmışız. Sonra da “neden bu bina yıkılıyor” diye düşünüyoruz.
Kısacası sevgili okurlar, yöneticiler atanır, ama halk hesap sorar. Hesap vakti geldiğinde “ben tanıdıktım” demek, ne yazık ki kimseyi kurtarmaz.
Liyakat olmadan sistem gider ama itibar asla geri gelmez.
Saygılarımla…
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum