Elazığ
05 Aralık, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    34.06
  • EURO
    37.74
  • ALTIN
    2730.4
  • BIST
    9833.22
  • BTC
    57646.840$

Bir Eğitimci Penceresinden...

25 Ekim 2024, Cuma 17:31

Neden “öğretim şart” değil de “eğitim şart” diyoruz?

Düşünmüşüzdür muhtemelen.

Peki, ne fark vardır eğitim ile öğretim arasında ve neden asıl olan, önemli olan, temel olan, asıl başlaması gereken eğitimdir?

Yaptığım gözlemler beni biz eğitimcilerin çokça dile getirdiği bu konu hakkında yeniden düşünmeye ve yazmaya yöneltti. Muhtemelen hepimizin bildiği, söylediği şeyler olabilir ama özellikle eğitimciler ve ebeveynler olarak anımsamakta, tartışmakta yarar var:

 Eğitim ile öğretim arasında ne gibi farklar vardır?

Bu konuya nasıl yaklaşmalıyız?

Bu arada, konuyu asıl anımsaması, düşünmesi, tartışması gerekenlerin ülkede eğitim sistemine yön verenler bizler olduğunu da belirtelim!

Konu ile ilgili özellikle çocuklara ve gençlere yönelik şunlar net:

Çocuklar ve gençler bağırarak konuşuyorlar, birbirlerine kaba davranıyorlar, çokça küfür ediyorlar, teşekkür etmiyorlar, lütfen demiyorlar, kavga ediyorlar, gürültü yapıyorlar ve gürültü yapmanın yanlış olduğunu bilmiyor düşünmüyorlar, kaldırımda değil araç yolunda yürüyorlar, sigara içiyorlar, birbirlerini ve aslında kimseyi dinlemiyorlar, anadillerini çok kötü kullanıyorlar, bol bol argo konuşuyorlar,  çevreyi kirletiyorlar ve çevreyi kirletmenin yanlış olduğunu düşünmüyorlar, park, oturma bankı, otobüs, yol, çeşme, tuvalet, ağaç, nehir gibi toplumun ortak mallarını korumuyor, zarar veriyorlar, çevre duyarlılıkları çok zayıf, sözcük dağarcıkları sınırlı olduğu için kendilerini, dertlerini güzelce anlatamıyorlar, okumuyorlar, zaman disiplinleri zayıf (gece 1.30’da sokakta oynuyorlar örneğin), sokak hayvanlarına kötü davranıyorlar, başkalarını rahatsız ediyorlar, bunun farkında değiller ve başkasını rahatsız etmenin yanlış bir şey olduğunu düşünmüyorlar, insani değerleri gelişmemiş, bir sanat dalı ile ilgileneni ya da örneğin müzik aleti çalanı, düzenli spor yapanı, satranç oynayanı, güzel konuşanı çok çok az…

Bunlar artırılabilir. Tüm bunları çocukları küçümsemek ya da suçlamak için yazmıyorumelbette. Bu durumlar aslında onların suçu da değil; bir şeyin sonucu, yansıması: Eğitimsizliğin. Böyle olmayan, gerçekten eğitimli çocuklarımız ve gençlerimiz de var. Ancak genel fotoğrafta bunları gördüğümüzü söylemek yanlış olmaz sanırım.

Ayrıca şu noktaları belirtmeden geçmemek gerek: Yukarıda sıralanan olumsuz davranış örnekleri sosyo-ekonomik düzeylere göre önemli oranda değişmiyor. Yani, yoksul kesim çocuk ve gençlerinde de, orta ya da zengin kesim çocuk ve gençlerinde de bu davranışlar görülüyor. Bu olumsuz davranışları yetişkinler de gösteriyor ne yazık ki ve zaten çocuklar büyük ölçüde onlardan öğreniyorlar bu yanlış davranışları. İlginç olan bir başka nokta, küçük farklara karşın ilkokul mezunu ile üniversite mezunu yukarıda sıralanan bazı olumsuz davranış örneklerinde aynı durumdalar.

Konuyu neden yetişkinler değil de çocuklar ve gençler üzerinden tartışıyoruz? Hemen söyleyelim. Çünkü çocuklar ve gençler temel okul ve aile eğitiminin içinde bulunan ya da yeni bitirmiş, bu sürecin etkilerinin hala üzerinde olması beklenen gruptur.

Peki, nedir eğitim?

Öncelikle şu önermeyi yazayım: Dünyaya insan olma olanağı ile gelen bir varlık olarak insan bu olanağı eğitimle gerçekleştirir, o, eğitimle insanlaşır.

İnsan temel davranışlarını dahi eğitim ile öğrenir. Yemeyi, yürümeyi, tutmayı, konuşmayı, acımayı, yüzmeyi, düşünmeyi, okumayı, yazmayı, resim yapmayı, inanmayı vb. hepsi eğitim süreci sonucu gerçekleşebilir. Bir kitabın önsözünde şu örneği okumuştum. Rusya’nın Sibirya bölgesinde annesi ve babası tarafından üç aylık iken bir ormana terk edilen, köpekler tarafından büyütülen ve yedi yaşında bulunan bir çocuğun “köpekler” gibi davrandığı, onlar gibi dört ayağı üzeri yürüdüğü, yanına yaklaşanları ısırmaya çalıştığı ve verilen yemekleri önce koklayarak sadece ağzı ile yemeye çalıştığı görülmüş.

İnsanı, insanlaştıran, hayvandan ayıran eğitimdir.

İnsanı insan yapan eğitimdir.

Yani, çeşitli biçimlerde tanımlanan eğitim, aslında en yalın ve kısa biçimiyle “insan olma,insanlaşma sürecidir.” Bir başka deyişle, eğitim, insani özellikler kazanma, insani kişilik/karakter oluşturma, insani davranışlar edinme sürecidir.

Bir daha vurgulayalım: Eğitim, insan olma sürecidir.

Eğitimcilerin yaptığı ve klasikleşmiş olan tanıma göre ise, eğitim, kişide istenen, beklenen davranışlar yaratma sürecidir. Bireyde eğitim sonucu istenen ve beklenen elbette evrensel, çağdaş insani özelliklere, tutumlara ve değerlere dayalı davranışlardır. Bu evrensel insani özellikler sevgi, saygı, dürüstlük, nezaket, özgürlük, adalet, merhamet, hoşgörü, paylaşma, cesaret, duygudaşlık, eşitlik, sanat, bilim, inanç, plan yapma, irade, sorgulama, tavır alma vb. değerlerdir. Eğitim, insana bu özellikleri, tutumları ve değerleri kazandırarak insanlaştırır. Eğitim, bu özellikleri ve değerleri kazanma sürecidir. Çünkü insan olmamız bu özelliklere sahip olmamıza bağlıdır ve bunu eğitim yapar.

Kısaca, eğitim olmadan insan olamayız.

Eğitim bu özellikleri kazandıramıyor, kişide bunlara dayalı davranışları yaratamıyorsa işlevini gerçekleştiremiyor demektir.

Eğitim doğduğumuz anda başlıyor, yaşam boyu sürüyor. Bu; ailede, okulda, çevrede, sokakta, yolda, her yerde, her an gerçekleşen bir süreçtir. Elbette en sistematik ve yoğun olduğu yer aile ve okuldur.

Açıkçası, bir yerde eğitimden söz ediyorsak insandan, insanlaşmadan söz ediyoruz demektir.

Peki, “öğretim” ne oluyor bu durumda?

Öğretim, belirli bir alana ait bilgiyi aktarma sürecidir. Fen bilgisini, Türkçe bilgisini, müzik bilgisini, matematik, fizik-kimya bilgisini, teknik bir takım bilgileri öğrenciye sunma sürecidir.

Belirli biramacı-süresi vardır, planlıdır, programlıdır, mesleğe, sınava, bir üst öğretim aşamasına hazırlama gibi işlevleri öne çıkar. Daha çok okul ve sınıf gibi ortamlarda gerçekleşir. Genellikle bir öğreten vardır.

Yani, çocuğumuza, öğrencimize matematik formülünü, İngilizcedil bilgisini ya da insan vücudundaki sindirim sistemini anlatıyorsak, öğretiyoruz demektir. Ama ona “birisi konuşurken, susma, saygıyla dinleme” ya da “gürültü yaparak başkasını rahatsız etmeme” becerisini, davranışını, tutumunu kazandırmaya çalışıyorsanız, eğitiyorsunuzdur.

Kuşkusuz, öğretim eğitimin bir parçası, onun bir aracıdır. Eğitim ile öğretim içiçedir, ayrılmaz bütündür. Eğitim de öğrenme ile olur. Bu anlamda, öğretim (öğrenim)  çok önemlidir.

Ancak öğretim bir araç, eğitim ise amaçtır.

Eğitim, amaçlarını gerçekleştirmek için öğretimden yararlanır.

Eğitimin de öğretimin de hammaddesi bilgidir.

Eğitim de öğretim de olumlu ya da olumsuz içerikte, yapıda olabilir. Öğretmen bir arkadaşımın üç yaşındaki kızına “birisi sana vuruyorsa sen de ona vur” temelli bir tutum, davranış  kazandırmaya çalıştığına tanık olmuştum. Ya da okullarda bilim dışı, akıl dışı birçok konunun, yanlış yöntem ve tekniklerle öğretilmeye çalışıldığını biliyoruz. Bunlar olumsuz eğitim ve öğretim örnekleridir. Yani yanlış eğitebilir, yanlış öğretebiliriz. Einstein belirtmiş: “Eğitimle iki kere ikinin beş ettiğini öğretebilirsiniz!”

Eğitim de öğretim de önemlidir elbette. Ancak bir kişinin fizik bilimindeki yerçekimi yasasının formülünü bilmesi mi, yoksa örneğin, otobüse binmek için sırasını beklemesini öğrenmiş olması mı daha yaşamsaldır? Formülü bilmesi onu mesleğinde ilerletebilir, sınav kazandırabilir ama formülü bilen, üniversite bitirmiş, mesleğinde yükselmiş bu kişinin sırasını beklemeden otobüse binmeye çalışması onda adalet ve saygı dediğimiz insani özellik ve değerlerin olmadığını gösterir ki, burada insanlaşma, yani eğitim süreci açısından sorun var demektir. Onun bu formülü bilmemesi hiçbirimizi rahatsız etmez ancak otobüse sırasını beklemeden binmesi bizi rahatsız eder, bize yapılmış saygısızlık, adaletsizlik anlamına gelir.

Saygı ve adalet duygusu, tutumu, davranışı göstermeyen insanlardan oluşan bir toplumda nasıl insanca yaşarız?

Dolayısıyla, gözlemlere dayalı olarak yazının en başında sıralanan olumsuz çocuk-genç davranışları aslında eğitim sürecinde edinilmemiş insani tutum, değer ve özelliklerin yansımasıdır, sonucudur ve bu nedenle bu örnekler “ne olacak işte, sıradan çocuk-genç davranışları, zamanında hepimiz yaptık,” türünden geçiştirilecek, küçümsenecek davranışlar olamaz. Bunlar eğitim eksikliğinin, insan olma sürecindeki sorunların bir yansıması, dışavurumudur. Türkiye’de çocukları ve gençleri ailede, okulda eğitemediğimizin, onlara insani özellikleri yeterince kazandıramadığımızın resmidir. Bu nedenle çok önemlidir. Daha açıkçası ve asıl önemli olan budur.

Çünkü bir kişi üniversite öğretimini bitirmiş ama eğitilememiş olabilir

Peki, Türkiye’de eğitimi beceremiyoruz da öğretimi beceriyor muyuz?

Öğrencilerin 12 yıllık öğretim süreci sonucu katıldıkları üniversiteye giriş sınavlarındaki (YKS) verilere göre, 40 soruluk matematik testinde doğru yanıt ortalaması 3,9 ve 24 soruluk Türkçe’ de, yani anadilinde 4,7. Yani, öğretimi de gerçekleştiremiyoruz aslında. 12 yıllık eğitim süresini düşünecek olursak, öğrencilere matematikte 3 yılda 1 soru, Türkçe ’de neredeyse 2 yılda bir soru çözmeyi öğretebiliyoruz.(!)

Onlarca neden var bu rakamların ortaya çıkmasında elbette. Ancak okulların, öğretmenlerin ve anne-babaların üzerinde öğrencileri/çocukları için öylesine büyük ve acımasız bir sınav ve iş bulma baskısı var ki, ister istemez onlar da işin eğitim boyutunu önemsemeyip öğretmeye yöneliyorlar.

Oysa eğitmeden öğretemeyiz.

Eğitim mi, öğretim mi?

İnsan olmak mı, sadece belirli amaçla bilgi kazanmak mı?

Elbette hem eğitim hem öğretim. Ama önce ve ille de eğitim.

Önce insan; sonra biyolog, mühendis, doktor, sanatçı, bilim adamı, din adamı, berber, kasap…

Ve eğitimde gerçek başarı sınavlarda alınan puan değil, çocuklarımızı, öğrencilerimizi insani özelliklerle/değerlerle ne kadar donattığımızdır.

Peki, nasıl?

Bir kere, eğitim bir bilim dalı, bilgi alanıdır. Bu bilim dalı, eğitim ile ilgili tüm unsur ve süreçleri ilkeler ve tekniklerle bize anlatır, ortaya koyar. Dolayısıyla eğitim ile, eğitim sistemi ile ilgili bir şey yapacaksak bu alanın bilimsel ilkelerine ve tekniklerine dayalı olmalı, siyasetten, ideolojik yaklaşımlardan uzak durulmalıdır.

Ulusal düzeyde çözüm; dünya gereklerine ve gerçeklerine dayanan, gelecek eğilimlerini dikkate alan, Türkiye koşullarını göz ardı etmeyen, çağdaş ve bilimsel bir eğitim politikası ve sistemi oluşturmak ve uygulamaktır. Bu eğitim politikası ve sistemi devlet politikası olmalı, her hükümete ve hatta bakana göre değiştirilmemelidir.

Öğretmenler ve anne-babalar olarak ise öğrencimizi/çocuğumuzu önce eğitmeyi, yani ona insani özellikler/değerler kazandırmayı hedeflemeliyiz. Bunu yaparken eğitim biliminin ilkelerini temel almalı ve onlara iyi birer örnek olmalıyız. Ayrıca onları nitelikli çocuk edebiyatı kitapları (roman, öykü, şiir vb.) ile buluşturmalı, okutmalıyız. Çünkü edebiyat en güzel, en eğlenceli eğitici, insanlaştırıcıdır.

Öğretmen dilimize yerleşmiş, çok güzel bir sözcük, çok saygı duyulası bir meslek, kavram ama tüm bu yazılanlardan yola çıkarak bence ona eğitmen ya da eğitici demek sanki daha doğru.

Çünkü o, aslında öncelikle eğitici olmak zorundadır, öğretmen değil.

Çünkü her eğitici aynı zamanda öğretmendir; ancak her öğretmen eğitici midir?

Bir de bizim felsefik bir çerçevede insani özellikler/değerler olarak dile getirdiğimiz eğitim kazanımlarının eğitim bilimi dilinde karşılığı “temel yurttaşlık becerileri”dir. O zaman ortak/birlikte yaşama kültürünü verecek bir yurttaşlık eğitimini (en azından dersini) gerçekleştirmeyi yeniden tartışmakta yararı vardır.

En başta sormuştum: Eğitim mi, öğretim mi?

“Önce insan,” diyelim yanıt olarak.

Ve unutmayalım, eğitmeden öğretemeyiz.

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.