Elazığlı hemşerimiz Kurmay Albay Sait Ertürk’ün anısına: “Eğer o olmasaydı, bugün İstanbul olmayacaktı”
16 Temmuz 2025, Çarşamba 12:03Savaş zamanı cesaret, barış zamanı sadakat ister. Ama bazı adamlar vardır ki, zaman fark etmez; nerede ihanet varsa orada durur, nerede vatan varsa onunla beraber yürür.
Elazığlı hemşerimiz Kurmay Albay Sait Ertürk de o adamlardandı. Hem barış zamanında sessiz bir karargâh adamıydı, hem de vatan uğruna gözünü kırpmadan siper olan bir savaş eri.
Adını daha önce bilen çok azdı. Elazığ’ın Ağın ilçesinden bir Anadolu evladı… Göğsündeki apolet ne kadar parlaksa, gönlündeki vatan sevgisi de o kadar derindi. Ve işte 15 Temmuz gecesi, o sevda şahlandı, göğe yükseldi, kurşunlara karşı dimdik durdu.
İstanbul Topkule’de görevliydi. O gece, “emir-komuta zinciri dışında gelişen bir durum” olduğunu anladı. Askerliğin şerefiyle, aklın ve vicdanın terazisini kurdu. Ve sonra arkadaşı Piyade Albay Davut Ala’yla beraber bir karar verdi:
“Bu milletin tankı, bu millete çevrilmeyecek.”
Yanına üç uzman çavuş ve üç polis aldı. Düşman, sınırın ötesinden değil, üniformanın içindeydi. Eski görev yeri olan 66. Zırhlı Tugay’a yöneldiler. Hedef belliydi: Tank çıkışını, mühimmat taşınmasını ve darbecilerin harekât kapasitesini sıfırlamak.
Yani o gece Sait Ertürk, yalnızca bir kışlaya değil; doğrudan ihanete doğru yürüdü. Bilerek, isteyerek ve gözünü kırpmadan.
Çatışma saatler sürdü. Kurşunlar karanlığı delerken, Ertürk’ün yüreği bir yıldız gibi parlıyordu. Tugay çıkışında darbecilere seslendi:
“Yaptığınız vatan hainliğidir, silahlarınızı bırakın, teslim olun. Ben vatanıma ihanet etmem.”
İşte o sözler onun son cümlesi oldu. Ve o cümleyle birlikte, bir albay, bir baba, bir eş, bir şair ruhlu adam toprağa düştü. Yanında polis memuru Serdar Gökbayrak ve üç sivil daha vardı. Onlar da aynı kurşunlara hedef oldular.
Ama o kurşunlar aslında bir tarihi yazdı. Tanklar çıkamadı, darbe İstanbul'da genişleyemedi. Sait Ertürk, İstanbul’un sokaklarını değil belki ama şerefini savundu. Ve çok açık söyleyelim; Eğer o ve arkadaşları o an durmasaydı, bu şehir çok daha kanlı bir sabaha uyanabilirdi.
Şehit düştüğünde masasında ve çantasında şiir notları vardı. Bir askerdi, evet. Ama aynı zamanda bir fikir adamı, bir his taşıyıcısı… Yahya Kemal Beyatlı’nın “26 Ağustos 1922” şiiriyle büyümüş, mısralarda yurt sevgisi aramış bir adamdı.
Askerî disiplinin içinde gönül inceliği barındıranlardan… Emirle değil, inançla hareket edenlerden…
Eşi diyor ki:
“Sabaha kadar hainleri derdest edeceğiz.”
Bu sözü verdiği gece, kendisi o sabaha ulaşamadı. Ama milyonlar o sabaha onun sayesinde ulaştı.
Bu bir abartı değil. Komutanlarının ifadesiyle, “Eğer o olmasaydı, bugün İstanbul olmayacaktı.”
Bazı kahramanlıklar vardır ki istatistiklere girmez, manşet olmaz, heykeli dikilmez. Ama bir ülkenin kaderini değiştirir. Kurmay Albay Sait Ertürk’ün yaptığı tam olarak budur.
66.Mekanize Tugayı’nda yaşananlar, bir iddianamenin satırları arasında kalmasın. Çünkü orada bir adam, üniformasını şeref gibi taşıyıp, ölüme gülümsedi.
Şehadet mertebesi kolay ulaşılır bir makam değildir. Hele hele general rütbesine en yakın bir albaysan, o gece saraydan veya üst karargahtan emir beklemek daha kolaydır. Ama Sait Ertürk, emirle değil, imanla hareket etti.
Adı tarihe altın harflerle yazıldı.
Üniforması kanla, gönlü şiirle doluydu.
Geride bir milletin minneti kaldı.
Ve biz, onu baş tacı ediyoruz.
Kurmay Albay Sait Ertürk’ü
Milletin alnı ak, yüreği pak bir evladı olarak
Rahmetle, saygıyla, özlemle anıyoruz.
Unutursak, yüreğimiz kurusun.
Saygılarımla…
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum