Elazığ
27 Nisan, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.45
  • EURO
    34.82
  • ALTIN
    2438.6
  • BIST
    9915.62
  • BTC
    62928.997$

GÜL Kİ GÜLLER AÇSIN AL YANAĞINDA

21 Mart 2024, Perşembe 16:04

                       GÜL Kİ GÜLLER AÇSIN AL YANAĞINDA

  Yazıyı okumaya başlayan sevgili kardeşlerim, sizden küçük bir ricam olacak. Burada durun ve şimdi yazının başlığındaki türküyü açın lütfen. Yazının devamını bu türküyü dinleyerek okumanızı isterim. O vakit daha etkili olacak sanırım dizeler satırlar... Hele de türküleri seviyorsanız, sizi alıp nerelere götürecek bu türkü kim bilir? Hepsi ayrı bir tat ayrı bir cevher…

        Türküler kalbimizin dili, başımızda esen sevda yeli. Ana, bacı, kardeş, gurbete gidip dönmeyen evlat, hasret çeken sevgili… Yardır, anadır, Anadolu’dur türküler.

        Türkülerin olmadığı ovalarda çiçekler açmaz, kuşlar ötmez, akmaz derin dingin ırmaklar özleme; bahçeye dikilen ağaçlar yaprak vermez türküler olmayınca... Çiçekler kokmaz türkülerin geçmediği yollarda...

     ”İnsanların türküleri kendilerinden güzel/ kendilerinden umutlu/ kendilerinden kederli/ daha uzun ömürlü kendilerinden/ sevdim insanlardan çok türkülerini/ insansız yaşayabildim/ türküsüz hiçbir zaman...” derken Nazım Hikmet, türküleri övmüyor, sanki yaşıyor...

       Türküler umut, hasret, vefa, yaren ve yüreğimizde kıvrım kıvrım dolanan ince bir yol sılaya uzanan gurbet ellerde. Dermandır dermansız kalanlara... Yüreğin gurbetinde büyüyen, özlemleri kor kor, buket buket sunan iki damla hasret çiçeğidir türküler... Yüreğimizdeki sevgi kıpırtılarıdır, aşk pınarıdır gürül gürül hasrete akan...

        Yaşama sevincinden tutunda ölüm acısına kadar, vefayı, vefasızlığı, hasreti, sevgiyi, inancı, direnci, aşkı türkülerle dile getirmiş, türkülerle seslenmişiz yâre, yarene… İçimizi, acımızı, sevdamızı türkülere dökmüşüz, türkülerle bölüşmüşüz! ...

        Bir avuç dua yapmışız onları da söyleyemediklerimizi türkülere dökmüşüz, bir damla su olmuş çölümüzde türküler. Yüreğimizde ateşlerle dağlanan volkanlar kadar dağlayıcı, özlemler kadar sıcak ve yakıcı olmuşlar. Aynı zamanda da bahar yelleri gibi serin ve dağ başında taze hava gibi nefes olmuş türkülerimiz…

Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun dizelerinde:

“Ah bu türküler

Türkülerimiz

Ana südü" gibi candan

Ana südü" gibi temiz

Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla

Köyümüz, köylümüz, memleketimiz”.

        Türküler kanatsız kaldığımızda kanadımız, efkârlı olduğumuz ve yalnız kaldığımız gecelerde tesellimiz olmuştur. Sesimizim çıkmadığı yerde sesimiz, nefesimizin kesildiği yerde nefesimiz olmuştur türküler... Hatta en keyifli zamanlarımızda halayımız, mendilimiz, neşemiz olmuştur değil mi?

              Bazen toprağa düşen su damlası gibi düşüp yüreklerimize ayrılık ateşini söndürmüş, yağmur olup bizi vuslatına erdirmiş bazen. Bizim canımız, coğrafyamız, anamız, yârimiz, gurbet ellerde tek teselli kaynağımız olmuş türküler. Memleketin başı dumanlı dağlarından, yemyeşil ovalarından, bağlarından, derelerinden kuşlarla haber beklemiş, seher yelleriyle selam yollamışızdır sevdiklerimize türkü türkü.

 

“Ah bu türküler, köy türküleri

Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak

Hilesiz hurdasız, çırılçıplak

Dişisi dişi, erkeği erkek

Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara

Bıçağı bıçak.

Ah bu türküler, köy türküleri

Karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi

Kiminin reyhasından geçilmez

Kimi zehir, kimi zemberek gibi.”

        Geceleri uzanıp kalınca yataklarımızda; bir türkü nağmesi gelmeyiversin kulağımıza, dumanlanır hemencecik gözlerimiz; ince ince bir sızı sızar yüreğimize... Türküler damlayan gözyaşlarımız olur yağmurlu gecelerde, yanağımızdan süzülen pınar oluverir de ay yüzlü yârin ceylan gözleri, bebek yüzleri durur adeta karşımızda.

        Türküleri Cengiz ÖZKAN, Muharrem TEMİZ bilip, “Mahsuni” gibi uğurlarken, ardından yolladığımız ağıtlar

olurlar kimsesiz mezarlara... Biliriz ki; türküler de, türküleri yakanlar da çok hislidir...

        Yine de en acılı günlerimizde bile bizi terk etmeyen en vefalı sadık dostlardır türküler, sevdiğimizdir ele - güne, dosta - düşmana karşı...

        Türküler değil midir, buram buram hasret kokan; toprak gibi, emek gibi, ter gibi, bir çocuğun elindeki taze sıcak köy ekmeği gibi... Türküler değil midir dünyanın en muhteşem gelini, en eli öpülesi annesi? Türküler değil midir özümüz, sözümüz, gözümüz; yollarda yoldaş olup dağlar denizler aşan bizimle? ...

        Anamızın gözünden bir damla yaş olup süzülen, sevgilinin yüzünde gonca bir gül olup açan, gurbette hasretimiz, sılada ayrılığımız, eşimiz, aşımız, kızımız, oğlumuz… Dostumuz, sırdaşımız, bizi ağlatan, kimi zaman da keyiflendiren Türküler değil midir?

        Türkülerimiz acılardan damıtılmış gözyaşı, yangınlardan yüreğimize düşmüş madımak, mevsimlerden bahar, vakitlerden akşam; çiçeklerden gül, figanda bülbül, kuşlardan turna, peygamberlerden Yusuf ve Muhammed…

        Biliriz ki, türküler baharda ruhumuza işleyen erik ve badem çiçekleri gibidir, yeni yetme sevdalıların dilinden rüzgârlarla savrulan, pınarlarla coşan haykırışlardır... Biliriz ki, bülbüllerin gözyaşlarıdır güle kavuşma adına türküler... Biliriz ki, bahar yağmurlarında tomurcuk tutmuş dalların meyveye kavuşma sevinci gibidir türkülerimiz. Güz yağmurlarında bülbülün gülden ayrılacağının hicranıdır onlar. Biliriz ki, türküler Anadolu insanının dilden, gönülden söylediği kâh ağlayan, kâh ağlatan, güldüren, sevindiren duygu dolu gönül sesimizdir. Rüzgâr olup şahlanan, sel olup coşan, deniz olup dalgalanan yaşama sevincimiz, vefalımız, vefasızımız, aşkımız, sevdamızdır:

 

“Ah bu türküler, köy türküleri

Ne düzeni belli, ne yazanı

Altlarında imza yok ama

içlerinde yürek var

Cennet misali seven

Cehennemler gibi dövüşen

Bir çocuk gibi gülüp

Mağaralar gibi inleyen

Nasıl unutur nasıl

Ömründe bir kez olsun

Halk türküsü dinleyen...”

        Kimi rüzgâr olup yaylalara seslenir, kimi hasret olup, aşk olup yüreklerde beslenir ve dinledikçe gönlümüz türkülerle dolar... İşte onlardan biri dinlediğimiz türkü:

Gül ki güller açsın gül yanağında

Yanım sola dönük yatam sağında

Firdevsi alada (gız) irem bağında

Sana benzemeyen gül olmaz olsun!

Yılda iki bayram gözüme görün

Hasretine dayanamam ölürüm

Bedir saçı sırmayınan örgülüm

Varsın sensiz geçen yıl olmaz olsun.

Dağladın sinemi göz göre göre

Bir gönül içinde yar yandım bin kere

Çunacağım yoktu çundurdun ele

Elde senin gibi de yar olmaz olsun

Ettin Kul Duranı derde müptela

Açtın şu başıma bin türlü bela

Yetmeye muradın yarına kala

Her dem iki yakan bir olmaz olsun

Dillerin ellerin yar koynunda kala

Her dem iki yakan bir olmaz olsun!

         Bu güzel sözler birleşince müziğin eşsiz ahengi ile insan sormadan edemiyor; ne yaşamış da yazmış bunları Kul Durani? Türküden başka ne anlatırdı böylesini,  yılda iki bayram görmeye razı olup, yâre benzemeyen gülü çiçekten saymayanı? Ah bu türküler; hoyratı, uzun havası, deng beji…

        Bitti mi dinlediğimiz türkü? Başka söze ne hacet, hadi gelsin o zaman benden size bir diğeri:

“Kayanın dibinde mal mı yayılır, döşeğin üstünde nar mı soyulur? Bir kere görmeyinen yar mi sevilir, gecesi gündüzü bir olmayınca? ...

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.